Sebze Meyve Fiyatları Neden Düşmez!
Vatandaş, sebzeyi meyveyi pahalı yediğini, çiftçi ürünün para etmediği ve çöpe döktüğünü ve yada tarlada bıraktığını iddia eder.
Tarlada 20 kuruşa satılamayan ürün markette 3 lira. Ürününü 20 yada 50 kuruşa satamadığını söyleyen çiftçi, kendi malını markette 4-5 liraya satıldığını görünce kahrolur.
Pazarlara yada marketlere gidilip sorulduğunda, bu sene ürün az oldu derler bundan pahalı.
Sonra bu sene hepsi ihracata gitti derler ondan pahalı.(bu arada bu sene Rusya ile krizden tonlarca sebze meyve geri döndü ama yine de fiyatlar düşmedi! acaba neden? nereye gitti bu kadar sebze meyve?)
TV programlarında pazarlarda, pazarcıların tabelaları gösterilir, vatandaşla ayaküstü sohbet edilir sorulur da sorulur . Cevaplar değişmez.
Sebze meyve hallerine gideriz bakarız fiyatlara pahalı herşey, pazarlara gideriz orda da pazarcılar hep aynı hikayeleri anlatırlar…
Tarım Bakanlığı biz el atacaz der, ama nedense sadece derler… bütün iktidarlar hep aynı şeyi söyler durur…
Sonra bu böyle devam eder gider.
Peki nedir işin aslı!. Hadi gelin birde birde benden dinleyin işin aslını…
Neden tarlada 50 kuruş’ ta markette 4-5 lira. Kim yada kimler kazanıyor bu paraları…
Sebze Meyve Fiyatları Neden Düşmez!
Bu sebze yada meyveler, tarladan çıkıp vatandaşa ulaşana kadar hangi aşamalardan geçiyor…
Sebze Meyve Hal’leri ne işe yarıyor. Kabzımallar ne yapar. Kime çalışırlar… Pazarcılar kimdir nasıl alır satarlar…
Peki tarlada 50 kuruş bile etmeyen bir ürün nasıl oluyor da markette pazarda ve markette 3-4 liradan satılıyor. Bu kadar parayı kim kazanıyor.! Kaç tane aracıdan geçiyor da 50 kuruşluk sebze meyve birden bire tüketiciye 3-4 lira kimi zamanda 5-6 liraya ulaşılıyor.
Bu yazıyı yazmadan önce 2 senedir düşünüyorum, yazayım mı yazmayayım mı! Zaman zaman eşle dostla durumu konuşup onlara yaşadıklarımı anlatıyorum, hayretler içerisinde dinliyorlar! Tabi bütün bunları anlatırken , bu durumu nerden bildiğimi işin başında anlatıyorum. 24 yıllık Ziraat Yüksek Mühendisi olduğumu ve Tarımın bir çok alanında faaliyet gösterdiğimi, bitkisel üretim yaparak bunları pazarladığımı söylüyorum. Tabi o zaman bakışları daha da anlamlaşıyor. Gelelim hikayenin başına
Hani Ziraat Yüksek Mühendisiyiz ya! Bizden iyi tarım yapacak birisi mi olacak. Olsa olsa Profesörler olabilirdi. Tabi birde diyeceksiniz. Bu iş öyle okumakla olmaz. Bu iş teorik bir iş değil pratik bir iş. Bende Mühendis aklımla, pazarın en fazla olduğu yer nerededir, nereye satarım , nakliyeyi en aza nasıl indirip te kar elde ederim diye düşünüp zaten yaşamakta olduğum İstanbul’da bu işi yaparım dedim. Dedim ama! Öyle yaparım demekle olmuyor. Aylarca, İstanbul kazan ben kepçe Sera için uygun arazi bulmak için dolaşmadığım yer kalmadı. Sanırım 6 ay kadar dolaştım ve bu arada binlerce km yol gittim. Çoğu kişinin geçmediği, gezmediği ve farkında bile olmadığı yerler gördüm. Hani Ziraat Y. Mühendisi’ yiz ya, her gittiğim yerde sağolsun arazilerini kiralamak isteyenlerce çok iyi karşılandım ve gerekli desteği vereceklerini söylediler. Ama ne hikmettir ki, bir türlü istediğimiz nitelikte araziyi bulamadım. Tam vazgeçmişken Beykoz-Cumhuriyet Köyde bir arkadaşım arazi aradığımı duyarak bana yardımcı oldu. Hani o kadar ay boşuna dolaşmışım gibi, yolu, elektriği ve temiz suyu olan 30 dönüm(30.000 m2) araziyi kiraladım. İstanbul’da böyle bir arazi olduğunu da pek sanmıyorum. Dedim ya, İstanbul Pazar ve bende İstanbuldaki sebze-meyve “HAL” lerine 30 dk mesafedeyim. Oh ne güzel nakliyeden de kar ettim! Birde rekabette öne geçtim diye de düşünüyorum. Öyle ya, Antalya’ dan 1 kamyonunun gelişi 1.000-1.500 lira ise hatta kışın en soğuk günlerinde yollar kapalı olunca gelecek araçta yoksa. Ne güzel! Zaten öyle değilmidir? Fırsatları değerlendirdiğinizde para kazanırsınız.
Başladık üretim çalışmasına, bu arada gezdim bütün İstanbul ve Antalya’ da bir çok sera gezdim. Bu seraları kime yaptırırız nereden alırız nasıl yaparız diye. Fiyatlar aldım. Ortaya çıkan maliyetler ve teknik yetersizliklerden dolayı bu işin dışarıdan hizmet almayla olmayacağına karar verdim ve daha iyisini kendi fabrikamda yapabileceğime karar verdim. Zaten Sulama Sistemleri üreten ve demir işleme konusunda yeterince tecrübeye sahip bir fabrikamız vardı. Bu arada her ne kadar Ziraat Yüksek Mühendisi olsam da, her işin kendi uzmanı olduğunu iyi bilirim. (Cesaretim var ama Cahil değilim!). Değerli hocalarımızla irtibata geçtim ve Antalya’ dan bu işin uzmanı bir kişiyle, danışmanlık anlaşması yaptım. Gerçekten de mesleğini çok iyi bilen bir kişiydi ve bize çok yardımı oldu. Tüm hesaplar kitaplar tamam!. Çizimlerde tamam. Sebze Meyve hallerine gidip görüştüğüm herkes, abi sen yeter ki üret biz alırız-satarız diyor! İstanbul’ da bu ölçekte kimse üretmiyor, biz senle anlaşırız diyorlar! Bundan ötesi varmı!
Başladık fabrikada Sera’ları üretmeye ve kışın ortasında kurmaya. Bu arada cahil değiliz dedik ya! Herşeyi de kuralına uygun yapıyoruz. Birde bu işi en iyi şekilde yapacağız. Gittik Tarım İl Müdürlüğüne, ve İlçe Müdürlüğüne bu işin Organik yada İyi Tarım sertifikasıyla nasıl yapacağımızı öğrendik ve izinlerimizi aldık. Aldık ama, sonra Belediyenin başımıza nasıl bir sorun çıkartacağınızda bilmiyorduk.! Üretmekten daha çok Belediyenin yarattığı problemlerle uğraştık! Bu konuya fazla girmeyeceğim.
Hani kendi fabrikamızda daha iyi yaparız diye aldığımız o üretim kararı var ya, iyiki de öyle yapmışız!. Üretime başladıktan sonra İstanbul’ da ortaya çıkan ani bir fırtına da Göçbeyli deki seralar büyük hasar görmüş olmasına rağmen bizde naylon bile yırtılmadı!
Ne üretelim ne üretelim diye çalışmalar yaparken, İstanbul’ da en iyi Çengelköy hıyarı ve Domates üretebileceğimizi ve bazı yeşillikleri üretebileceğimizi anladık. Ve artık hangi çeşitleri üretebileceğimize karar vermek için denemelere başladık.
Aldık tohumları verdik fidecilere, onlardan aldığımız fideleri diktik seralarımıza. İşin başında da Antalya ‘dan getirttiğimiz danışman ve Seradaki diğer Ziraat Mühendisi arkadaşımız ve onlarca işçi. Gece gündüz , kar-kış, nasıl çalışıyoruz bilseniz. O zamana diğer üreticileri daha iyi anladım! Denemesini yaptığımız ürünleri, önce eşe dosta kolilerle gönderdim. Onların görüşlerini aldım. İnanılmaz lezzetli!. Gelen övgüler insanı nasıl kamçılıyor bir bilseniz. Öyle bir lezzetli ki tadını alan hemen herkes çocukluğundaki tadı aldığını söylüyordu. Birde biz o kadar dikkatli üretiyorduk ki, hani organik değildi ama organikten daha lezzetliydi. Sadece İyi tarım sertifikamız vardı.
Sonunda, çeşitlerimizi de eşe dosta gönderdiğimiz koliler dolusu numunelere verdikleri olumlu tepkilerle belirledik ve üretime geçtik. Ama, çeşidi biz öyle belirleyemeyeceğimizi, ürettiklerimizi sebze-meyve hal’ine gönderdiğimizde anladık. Hani bizim en lezzetli ürünlerimiz vardı ya! Ta bizi çocukluğumuzda yediklerimize ulaştıran ürünler, işte o ürünleri hal deki komisyoncular(kabzımallar!) beğenmedi. Bize bunları biz satamayız dediler! Neden satamazsınız! Çünkü, bu domatesler taş gibi sert değil(attığında kafa yaracakmış!), salatalıklar istediği model değişmiş!. Domatesler çok lezzetliymiş ama, bilmem hangi firmanın tohumu olmazsa, bunları satamazlarmış! Müşteri almazmış!. Beğenmezmiş. İşte ilk golü orda yedik! Anladık ki ne ürettiğin değil, kimin tohumundan ne ürettiğinden başlıyormuş Pazar!
Tabi biz ürünümüzü anlatmaya devam edelim. Tadı söyle, tadı böyle diye. Sonra da gönderdiğimiz herkes çok beğendi diye anlatalım ama nafile. Öğrenmeye başlamıştık HAL’ lerde neler oluyor!
Artık sorunlar başlamıştı. Ama çalışmadığımız yerden sorunlar çıkıyordu! Gelgelelim bu kadar değildi tabi ki.
Hadi anlatmaya devam edelim. Tabi hal deki komisyoncunun istediği tohumdan istediği domatesi yada hıyarı üretmeyince ürünümüz 1-0 yenik başladı Pazar yolculuğuna! İlk hafta hadi bir deneyelim dedik ne oluyor orada. Bizim ürünler nerelerde satılacak hangi pazarlara gidecek, hangi marketlerde göreceğiz, hangi fiyata talep olacak. Bekledik ve görmeye başladık.
Hani bizim ürünü bıraktığımız halde ki komisyoncular var ya, işte onlar başladılar bizim ürünümüzün ne kadar kötü olduğundan bahsetmeye! Talep yok muş! Gelen beğenmiyormuş! Neyini neresini beğenmiyormuş dediğimizde ise, rengini, boyunu, lezzetini demeye başladılar! Bizde ne moral kaldı ne çalışma azmi! Hani belki bu komisyoncu böyledir diye diğerlerine götürdük. Olmadı, Avrupa yakasındaki Hal’ e götürdük ama değişen bir şey olmadı!. Tabi bu arada hani hatırlarsanız hangi çeşit domates ve salatalık üretelim diye deniyorduk ya. Tabi elimizde bir çok çeşit ürün oluyordu. Ürün bol oluyordu ama bahanede bol oluyordu. En klasik olarak uydurulan bahaneler ise, “bugün ürün bol senin ürün para etmedi, “bugün müşteri talep etmedi” gibi olanlardı. Tabi bunun sonucunda, bizim hıyar lar aynı gün yada ertesi gün pazara çıkamayacağı için bozulma riskiyle karşı karşıya kalırdı!. Bu durum öyle bir otomatikleşmiş tiki, bir gün ürün 50 kuruş- öbür gün 70 kuruş olan ürün nadiren 1 lirayı görürdü! (komisyoncunun inisiyatifiyle!) Çoğu zaman komisyoncu abi malına talep yoktu bende 10 kuruşa verdim diye aradığımızda söylerdi! Tabi biz inanmazdık, komisyoncunun mal verdiği yerleri araştırıp öğrenmiştik ve ertesi günlerde ilgili marketlerin sebze-meyve reyonlarını ziyaret edip ürünümüzün fiyatına bakardık. Gördüklerimiz Ülkemizdeki Sebze Meyve fiyatlarında oynanan oyunun en temel şeklini oluşturuyordu. Bizden 10 kuruşa bile(kasa parası çıksın diye verdiğimiz ürün) alınmayan ürün, ertesi gün markette 3-4-5 liradan satılıyordu!
Tabi biz bu işin böyle olmayacağına karar verip, mutlaka direkt kendimizin pazarlaması gerektiğini düşündük!(beklenen de buydu). İşte o zaman esas gerçekle karşılaştık. Hani bizden 10 kuruşa-50 kuruşa ürettiklerimizi alan komisyoncular varya bunlar meğer, marketlerin adamlarıymış! Ve sebze meyveyi halde üreticilerden ucuza toplayıp, kendi marketlerinde aracısız olarak pazarlıyorlarmış! Tabi işin ilerleyen aşamalarında , aynı HAL komisyoncusunun market adına çiftçinin tarlasına kadar gidip onunla sözleşme yaptığını ve ürünü direkt tarladan bağladığını da öğrendik. Nasıl yani, dediğimizde, çiftçi malum, birçoğu aile işletmesi ve kendi işgücüyle dönüyor. Ekim zamanı eli şıkışık, HAL den gelen komisyoncu yada Marketin elemanı sayesinde ekim dikim öncesi aldığı avansla üretime başlıyor ve artık elini kaptıran çiftçi, malını HAL deki komisyoncuya(marketin elemanına) vermek zorunda kalıyor. Tabi ki verdiği fiyat aynı bize uygulandığı şekilde güncel fiyattan oluyor. Arada bir fazla ödeme yaparak çiftçiyi kızdırmamaya ve elde tutmaya da özen gösteriyorlar. Zaten fatura ve evrak ta yok. İstediğin fiyatı yaz makbuza olsun bitsin! YANİ ARTIK ÖĞRENMEMİZ GEREKEN BİR GERÇEK VAR!. Buda, TV ekranlarında yada diğer basında yazıldığı gibi çiftçiyle tüketici arasında birçok komisyoncu olmadığı sadece MARKET(HALKOMİSYONCUSU) olduğudur. Bu yalanların üzerinden tespit yapmaya çalışıldıkça ortaya farklı bir sonuç çıkmayacaktır. Ve sadece Herkes Konuşacaktır.!
Peki ne yapılması gerekiyor! Bunların sadece bir kaçını yazacağım. İlgilenen olursa devamını anlatırım.
- Tüm sebze ve meyvelerin Market ve Bakkallarda satışı yasaklanmalıdır. Tabi ben böyle dedim, ama bu işin nasıl yapılacağını da ilgilenenlere sorarlarsa söylerim. Sonra Et ve Süt fiyatlarındaki gibi bir direniş oluşmasın!
- Yeni sebze-meyve HAL leri kurulmalıdır. Bunların nerelerde kurulacak nasıl işletilecek kim denetleyecek…bunların cevapları da var
- Direkt üreticinin dahil olduğu ve tarladan itibaren pazardaki son fiyatı oluşuncaya kadar, Çiftçi kendi ürününü takip edebilmeli ve ilk çıkış noktasıyla, son satış fiyatı arasındaki farktan da payını alabilmelidir.
- Denetleme mekanizmaları, Tarım İl Müdürlüklerinden çıkartılmalı yada Ayrı birimlere verilmelidir.
- Tabi tüm bunlara haldeki komisyoncular(market satınalmacıları) ve marketlerin kendileri parakende temsilcileri itiraz edip ağlayacaklar… maliyetler, gelin fiyatlara bakalım…karımızı gösterelim falan filan…
- ….. tabiki devamı var…
Gürsel ARAL
Ziraat Y. Mühendisi